31 Ocak 2011 Pazartesi

çatısız kalmak...ya da çatısız kalma korkusu...

her sabah olduğu gibi yine köşe yazılarına göz gezdiriyordum ki...çatısız kalmak...
http://www.haberturk.com/yazarlar/595486-catisiz-kalmak

yada esasında çatısız kalma korkusunun çektirdiği çileler...belirdi zihnimde yine endişeli yüzler...

kendi başına gelmesi gerekmiyor değil mi?komşunda,yan binada,sokak başındaki evde,çocuğunun okul arkadaşında,uzak yada yakın bir akrabada,eski okul arkadaşında ya da birşekilde tanıdığın bir KADIN da yani İNSAN da duyuyorsun böyle hikayeler...ve çooook üzülüyorsun "ayyyy" lıyor "vah"lıyor hatta "vah vah" lıyorsun...peki ya başka...hiçbirşey...koca bir hiç...cesareti olmadığını düşündüğümüz o kadınlara cesaret verecek cesaret biz de var mı peki?????

24 Ocak 2011 Pazartesi

kitap...almadan olmaz...

yine dayanamadım,yine...aslında kitaplığımın alt rafında(henüz okunmayanlar rafı) beni bekleyen kitaplar var ama ben müdavim olduğum kitapevlerinin yakınlarına gidersem uğramadan edemiyor,uğrarsam karıştırmadan çıkamıyor,karıştırırsamda almadan edemiyorum:))
dikkatimi çeken ve sanırım yakında daha da çok dikkatleri çekecek olan biri.Berrak Yurdakul ve Konuşmayan Tavus Kuşu CAMİO...





samimiyet seni nasıl saklamak gerek???

Geçtiğimiz hafta sonunu bütün planlardan arındırmıştım.Uzun zamandır görüşemediğimiz eski arkadaşlarla buluşacaktık."kesin geliyorum","çok özledim ne iyi olacak görüşmek","gelmeyenler ayıp eder"nidalarında bulunan hiç kimse gelmedi:))
"Gelemiyorum" yada "gelmeyeceğim" demek niçin o kadar zor geldi bilemiyorum ama birçoğunun bahanesi çok ama çok komikti ve sanki beraberinde yalaaaaaan diye altyazı geçiyor gibiydi...Ey samimiyet seni yitiriyoruz ama yitirdiğimizi çaktırmayacağız derken daha bir komik oluyor ve hepten çaktırıyoruz.Bende hala biraz varsın diye düşününce kendimi sevesim geliyor ama bu kez de peki ben seni nasıl saklayayım da beni altyazılı konuşanlara karıştırma diye düşünmeden edemiyorum.

22 Ocak 2011 Cumartesi

bak şu rüzgarın ettiğine...

   Kapıyı anahtarla açmak...kendi evinin kendi kapısını kendi anahtarınla açmak...kapının eşiğinde tüm sıkıntıları,stresleri,kalabalığı,gürültüleri,hanımları,beyleri,mevkileri,kıdemleri bırakıp sadece sen olduğun ve huzurlu olduğun eve girmek...bazen öyle günlerimiz olur ki eve gidip o kapıyı açmayı iple çekeriz...gidip o kapıyı açarak huzura koşacağımızı biliriz.tüm o telefon trafiği,koşturma,detaylar,zamanla yarışma bir kenarda kalacak.pijamalar,bir fincan çay,dün akşam güzel bir yerde kalan kitap ve yanıbaşında halini bir bakışından bile anlayan bazen romanlardan fırladığını düşündüğün bir adam...
   bu hafta hergün ani planlarla ertelendi bu huzur toplantım; iş yemekleri,arkadaşlarla buluşma,aile ziyaretleri...akşamları hep dışardaydık,kendi atmosferinde eğlenceliydi herşey ama diyenler doğru demiş.insanın evi gibi yok...eşimle kural olarak belirlemediğimiz ama kendince zamanla kural haline gelen bir uykudan önce sohbetimiz var.eve saat kaçta gelmiş olursak olalım hatta sabaha yakın bir saatte bile gelsek,ya bir fincan çay ya da kahve eşliğinde sohbet ederiz.bu bazen bir fincan çay tükenene dek sürer bazen saatleri deviririz.sanırım hafif bir terapi olarak ruhumuzu dinlendiriyoruz,biraz dertleşiyor,biraz isyanları paylaşıyor,biraz da dedikodu yapıyoruz:)bunun bana ne iyi geldiğini haftayı tüketince farkettim.birtürlü atlatamadığım soğukalgınlığımda son çare antibiyotiklere düşünce,bu halin halsizliği ile yolların yorgunluğu da eklenince eve dönüşlerde bir çay içmelik daha dermanım kalmadı.uykuuuu diye inleyerek yatağıma koştum...