22 Aralık 2011 Perşembe

yeni yıldan,yeni hayat çıkar mı???

merhaba,merhaba,merhaba...
blog ortamına ısınma çabalarım devam ediyor...çabalar diyorum çünkü ben daha bloglara münhasır sözcüklerin ifade ettiklerini tam da çözebilmiş değilim:)mesela şu mimleme olayı nedir?kim kimi nasıl mimler??? anlayamadım.bi ara anlatın bana da...
ya bi de şu yeni yıl kartı etkinliği ni kaçırmışım...Etkinliği ayarlayan Leylak Dalı na hüsranımı bildirdim hemen,ama tren kaçmış malesef.ama sağolsun kabul etti benim ona kart gönderme isteğimi.Bu yıl kendi çapımda başlıyorum yani yine de...Benim nacizane kartımı almayı kabul edecek olanlar adreslerini göndersinler lütfen ama seneye kaçırmayacağım inşallah...

gelelim mimleme olaylarınıza...bende kendi kendimi mimleyiverdim:)))(işbaşa düştü yani)
yeni seneden beklediğiniz yedi şey ve kendinizden beklediğiniz yedi şeyi yazın hadi...
hadi üç şey de hepimiz için olsun:))

noel vari:)) yeni yıl isteklerim...
bunların bir çoğu için para,zamanın durması,boyutların değişmesi ve günlerin en az 36 saate çıkması gereksede...istek işte:))adı üstünde noel vari...

 *sağlık bittabi...herşeyden önce sağlık...her ne kadar otuzun tabanını yakalamış olsamda gençlik falan istemeyeceğim henüz.ama şöyle yirmi yaş dinçliği olsa daha az yorulsak,daha az hasta olsak fena mı olur???

*öyle bacadan düşen hediyeler falan istemiyorum.ama şöyle 2-3 yaşlarında edepli,terbiyeli bizim genlerimizi taşıyan bir çocuk bırakılırsa kapıya git diyecek halimiz yok e bi de can yani,genler bizim ya,kan da çeker malum:))git denmez alır bakarız :)

*e para tabi:))gelsin paralarda bizde şu reklamlardaki şarkıya eşlik edelim.paraları,paraları,paraları,paraları..... saç saç saççççççç:))
çok bişey istermiyim hiç:)borçlar sıfırlansın...telefonlar,pc ler hatta birazda dolaplardakiler yenilensin...e bide arabacık:) alayım yeter,çok bişeyde gözüm yok yani görüyorsunuz:))

*arada bir de "oturup yıldızlardan bakalım dünyadaki neslimize..." dırınım,dırınım...:))
http://www.dailymotion.com/video/x8enbo_sezen-aksu-haydi-gel-benimle-ol_music

*bol bol yemekler tatlılar yapayım(başka mim harcamadan buraya sıkıştırayım,gitsin kilolar ve ne pişerse pişsin geri gelmesin:) ),kanaviçe,etamin işleyeyim...ahşap boyamalar,ebrular,kurdele işleri yapayım...hep yapayım,hep üreteyim,hepsine vakit olsun e birazda masraflar için para:))ay onu zaten istediydim:)

*bir uyku perisi musallat olsun sevgilime...artık herkesler gibi en azından sağlığına yetecek kadar uyusun amaaaaaa aynı peri sabahda uyandırsın.benden pesss:))

*şöyle korsansız:)ORİJİNAL:) dvd(blu ray tercihimdir bittabi),kitap ve müzik cd lerim olsun bolcana...amanın olanlara bile yer yokken bi de bunlara yer lazım di mi:)neyse olsunda ona da o zaman bakarız.yerli yabancı yayınlara üyelikler isterim birde.hergün kapımda yeni bir yayını bulsam eve geldiğimde ne ala olur di mi sevincim.yaaaaa bu mime sıkıştırayım bari eski bir amerikan daktilo,kesinlikle daha önce kullanılmış ama bakımlı gramafon ve plaklar isteyrum da isteyrum:)

7 Aralık 2011 Çarşamba

hep dostluk olsa,hep AŞK olsa,hayat bayram olsa...

bilirsiniz,dünya ne kadar kirlenirse kirlensin...her zaman size beyaz bulutları anımsatacak dostlarınız olur...ben bu konuda şanslı olanlardanım.hele bazılarıyla zaman ve mekan kavramlarını aştık...yüzyüze gelemediğimiz zamanlar ve aramızdaki mesafeler artsada...hergün yanyana geliyor ve birbirimize gülümsüyormuşcasına devam ediyoruz dostluğumuza...bazen en çok yanında olmak istediğimizde olamıyoruz diğerimizin ama öyle kuvvetli ki bağlarımız isteklere engel olan dünya hallerini azımsamıyor ve O yanımızdaymış gibi devam ediyoruz nefes almaya...bu satırlarla birlikte gözümün önünden geçenler hepinizi çok seviyorum ama biri var ki elimizden gelse birlikte tarih yazacağız,icatçı mucit olacağız...yeni dünyaya yön vereceğiz,yani doğum günü hediyesini vermek için bile biraraya gelemedik ama zaman yetse neler yapacağız neler:))baktık biraraya gelemiyoruz artık sınırları zorlayacağız galiba,bugün online blog yazısı yazdık birlikte.sanal alemden paylaştık fikirlerimizi.konu şahsına münhasır arkadaşıma aittir bende ucunu kıyısını kurcaladım yazının:))bu kez her zaman ki gibi okumak ve yazmak değil de onunla fikirleşip ortaya birşeyler çıkarıyor olmak keyif verdi bana...

kaçırmayın dostumun yazısını...hepinize "AŞK" olsun...
http://rotamissworld.blogspot.com/2011/12/tohumunda-empati-yoksa-askn.html

5 Aralık 2011 Pazartesi

Muharrem Ayı ve Aşure Günü

bugün beklenen gün...Peygamber efendimizin Ramazandan sonra orucu ve tüm amelleri en hayırlıdır dediği gün mübarek Muharrem ayının 10.günü.nam ı değer;aşure günü.bugün öyle bir gün ki bütün dinler ve mezhepler tarafından tartışmasız önemi kabul edilmiştir.semanın kapılarının açıldığına inanıyoruz çünkü bugün Allah öyle yakarışlara cevap vermiştir ki,birçoğu mucizeleri olarak hafızamıza kazınmıştır.
bknz:
http://www.islamiyet.gen.tr/mubarek_gun_ve_geceler/muharrem_ayi_ve_asure_gunu.php

dileyelim,bütün bi içtenlikle Rabbimizden hep birlikte hakkımızda hayırlısını dileyelim...beklemeyen birini ufacık bişeyle sevindirelim.o da mümkün olmuyorsa bugün beklemeyen birini,ihmal ettiğimiz bir yakınımızı arayalım.Allah ın selamıyla sevabına nail olalım,içimizi kaplayacak huzurda az buz olmaz hani...

dualarınız O ndan yana,O na yakın olsun...hakkınızda hayırlı olan tüm dilekleriniz inşallah kabul olsun...

not:bugünün bereketine öyle inanılır ki,ayrıca aşure günüde olma sebebi ile (aşure en az on çeşitle yapılır,aşure nin ilk nasıl yapıldığını bilahare konuşuruz) eve on çeşit erzak almanın bereketi arttıracağına inanılır.gücünüzün yettiğince mutfağınızdaki eksiklerinize göre nasıl olsa bugün olmasa yarın,öbürgün alacağınız alışveriş listenizi bugüne denk getirip bereketten nasibinizi alın derim...

19 Ekim 2011 Çarşamba

ŞEHİT"LERİMİZE" SAYGIYLA...

bugün uzun zaman sonra bloğuma yazmaya karar verdiğim gündü ama gel gör ki öyle acı bir habere uyandık ki...biz haberleri dinlemeye yada okumaya dahi dayanamazken,yüreğimize düşen ateşi savuramazken...ateşin asıl düştüğü evler buna nasıl dayansın...diye iç geçirmekten birşey yazasım gelmiyor...şu satırlarıda buralara her göz attığımda hatırlamak istediğim için yazıyorum.her seferinde yüreğimiz dağlanıyor ama yaşamaya devam ediyoruz ya...biz yaşamaya devam ederken,biz yaşamaya devam edelim diye neler oluyor bu hayatta unutmayayım diye yazıyorum...hiçbirinizi tanımadım ama hepiniz birinin oğlu,birinin kardeşi,birinin sevdiği,birilerinin vazgeçemediği idiniz...o birilerine sadece sabır dileyebilmenin acısıyla ve hepinize saygıyla...RUHUNUZ ŞAD OLSUN...

17 Mayıs 2011 Salı

Büyümemiş hala yüreğim...

   Küçüktüm hatırlamadığım kadar küçük...Kayıp nedir öğrenmiştim.Önce minik nesnelerdi kayıplarım...Bugün gibi o gün de önemsizdiler...Ama sonra birgün gittiğimizde göremeyip sorunca dedemin beslediği kedinin kaybolduğunu söylediler...Sonra bir daha ki gidişimizde yine o şirin evin tahta merdivenlerinde bakınıyordu bize Duman...Demek ki oyuncaklar,kalemler,kağıtlar kaybolunca yol bulup dönemiyordu da,kediler kaybolursa dönüyordu geriye...Sonra birgün dedem,dedeciğim,babamın babası;kayboldu.Herkes üzgün herkes bitkindi.Ah şu büyükler bilmiyorlardı ki,dedem yolu bulup dönebilirdi ki...Bana göre kaybolmak,kayıp olmak yolu bulamamaktı.Değil miydi?Onlar üzüldükçe ben onlara acıyarak bakıyordum ama bir yandan da benim çözdüğüm bu önemli ayrıntıyı kimseyle paylaşmak niyetinde değildim.Dedem döndüğünde ona anlatmalıydım,o da beni yanına sedire oturtup hepsine siz nasıl bilemediniz döneceğimi demeliydi.Demedi çünkü dedem dönmedi.Annemin anlattığı dönemeyeceği yeriyse ben hiç sevmedim.Başka kaybolanlar oraya başka gidenlerde oldu.Hiçbiri dönmedi,herşeye alıştığımız gibi buna da alıştık galiba.Bazen gidenler dönmeyecekti.Alıştım gidenlerin dönmeyişine ama gittikçe daha az hatırlamak hep acı verdi bana.Hafızamı her seferinde daha çok zorlamam gerektiğini anladığımda bu gidişin erken bir gidiş olduğunu anlamıştım...Azda hatırlasam benim dedem herkesin hatırladığı kadar büyüktü,çok büyüktü koca bir çınardı.Her sözü hatırlanır,her yaptığı olay olan bir adamdı anlatılan.Ondan öncesi ve ondan sonrası vardı her daim hayatımızda.Yıllar boyu onunla ilgili hatıralarını dinledim herkesin ve o gidene kadar büyümediğime hatıralar sıralayamadığıma hayıflandım durdum.Ama beni çok sevdiğine hep inandım bende çok sevdim onu.O beni seviyormuş diye değil ama anlam vermeye çalışmadan sevdim.Tıpkı diğer sevdiklerimiz gibi anlam gerektirmeden...
    Büyüdük zamanla,yüreğimizde büyüdü ruhumuzla...Herşeye göğüs gerer,herşeyi anlar olduk.Gitmenin doğmak kadar,gelmek kadar doğal olduğunu öğrendik ama yine de sevmedim gidişleri...Gidenlerin haberinin çoğalması artık daha çok insan tanıyışımdan mıydı yoksa ben yol alırken herkesin yol alıyor olmasından mı işte onu bilemedim ama bugün ruhun büyüsede yüreğin ne kadar genişlesede,gidilen yere niye gidilir bilsende anlasanda kaybetmenin,kayıppp etmenin acısının değişmediğini biliyorum.Küçük bir çocukken bence o dönecek ve herkes görecek işte diye huzurla yatabilmenin özlemini çekiyorum.Annemin babasıda,son çınarımda bizi bırakıp gitti sözüm ona ani değildi gidişi,sözüm ona alıştırmıştım ben kendimi.Yatmak ona göre değildi ya İstanbul sevdalısı bir adam nasıl gezmez,dolaşmaz,deniz havasını solumaz,esnafla iki lafın belini kırmazda yatardı.Bencil olmak yakışmazdı bize onun halini de düşünmek gerekti.Onun için hayırlısı neyse o olmalıydı...Günler belki aylarca bunları sıraladım kendime.Mantıklı ve metanetli olmalıydım.doğmak gibi,gelmek gibi,gitmek te vardı.Bizde gideceğiz ya eninde sonunda diyordum.Onu çok seviyor ve sadece,sadece,sadece sağlığını ve huzurunu istiyordum.Ama sadece diyormuşum, meğer hiçbirini anlamamışım söylediklerimin,yüreğime yine söz geçirememişim.Gitti,23 Nisanda gitti...Hala ben onlara gideceğim,zili çalacağım,camdan bakacak ve gülümseyecek diyor yüreğim.Aklım mı?Yüreğime bir an öyle bir serinletici su serpiliyor ki...Bırak diyor,bırak bir an öyle sansın,ne olur ki...Koca bir çınardı,gidisiyle bizim için koca bir devir kapandı.iyi bildigi İstanbul'u,eskisi ve yenisiyle İstanbul ve araba maceralarını,ağız tadını,hoş sohbetini bize miras bıraktı.Denediğim her yeni tatta,birileri eskiden İstanbul diye lafa başladığında,saclarına ak düşmemiş ihtiyar bir delikanlı gördüğümde hep yanıbaşımda olacak...
    İkisini aynı karede anımsadığımda tek hatırladığım birbirlerini sevdikleri ve değer verdikleri...Görüşmüş olmalılar biz olmadan mesken tuttukları o yerde...Kimbilir belki onlarda bizlerden bahsediyorlardır...
    Huzurla nur içinde yatın...

12 Şubat 2011 Cumartesi

aaaa sevgililer günü gelmiş:))miş:)miş miş miş:((

yine içimiz açıldı,her yerde kırmızılar...ve herkesin hediye paketine iliştirilmiş bir not:seni seviyorum...madem o kadar seviyorsun niçin kişiye özel! bir iki cümle yazmayı denemiyorsun...kendince,hatta saçmalayarak...hatta devrik cümlelerle...gerçekten sevdiğini ispatlayacak kendinin olan saçmalamalarla...yok hayır ne mümkün...ben demagoji yoluyla hediyeleşerek ticaret oyunlarına alet olmanın ötesinde bu duruma biraz takılmış durumdayım.iyi ya seviyorsun,sevgililer günü denen mereti de sevgini göstermek için bahane ediyorsun.e o zaman niçin üzerinde kişiye özel düşünülmüş bir hediye ve kişiye özel bir not değilde standart parfüm,gömlek,ayıcıklar,yastıklar alıp herkes gibi seni seviyoresin...insan birini sevdiğinde herkesi sevdiği gibi,herkesin herkesi sevdiği gibi mi sever...hiç mi özelliği yoktur sevdiğinin,hiç mi diğer herkesden farklı bir tarzı,ilgi alanı,sevdiği,beğendiği yoktur.gözüne sokularak verilen paketin alt yazısı"amaaan sonra başıma kakmayasın diye aldım işte,al hayrını gör,seni seviyorum da yazıyor işte,daha ne isteyeceksin" ise  bir anlamı varmıdır.hoş o ilişkinin bir anlamı varmıdır o ayrı mesele.biz gelelim aslolan meseleye...



31 Ocak 2011 Pazartesi

çatısız kalmak...ya da çatısız kalma korkusu...

her sabah olduğu gibi yine köşe yazılarına göz gezdiriyordum ki...çatısız kalmak...
http://www.haberturk.com/yazarlar/595486-catisiz-kalmak

yada esasında çatısız kalma korkusunun çektirdiği çileler...belirdi zihnimde yine endişeli yüzler...

kendi başına gelmesi gerekmiyor değil mi?komşunda,yan binada,sokak başındaki evde,çocuğunun okul arkadaşında,uzak yada yakın bir akrabada,eski okul arkadaşında ya da birşekilde tanıdığın bir KADIN da yani İNSAN da duyuyorsun böyle hikayeler...ve çooook üzülüyorsun "ayyyy" lıyor "vah"lıyor hatta "vah vah" lıyorsun...peki ya başka...hiçbirşey...koca bir hiç...cesareti olmadığını düşündüğümüz o kadınlara cesaret verecek cesaret biz de var mı peki?????

24 Ocak 2011 Pazartesi

kitap...almadan olmaz...

yine dayanamadım,yine...aslında kitaplığımın alt rafında(henüz okunmayanlar rafı) beni bekleyen kitaplar var ama ben müdavim olduğum kitapevlerinin yakınlarına gidersem uğramadan edemiyor,uğrarsam karıştırmadan çıkamıyor,karıştırırsamda almadan edemiyorum:))
dikkatimi çeken ve sanırım yakında daha da çok dikkatleri çekecek olan biri.Berrak Yurdakul ve Konuşmayan Tavus Kuşu CAMİO...





samimiyet seni nasıl saklamak gerek???

Geçtiğimiz hafta sonunu bütün planlardan arındırmıştım.Uzun zamandır görüşemediğimiz eski arkadaşlarla buluşacaktık."kesin geliyorum","çok özledim ne iyi olacak görüşmek","gelmeyenler ayıp eder"nidalarında bulunan hiç kimse gelmedi:))
"Gelemiyorum" yada "gelmeyeceğim" demek niçin o kadar zor geldi bilemiyorum ama birçoğunun bahanesi çok ama çok komikti ve sanki beraberinde yalaaaaaan diye altyazı geçiyor gibiydi...Ey samimiyet seni yitiriyoruz ama yitirdiğimizi çaktırmayacağız derken daha bir komik oluyor ve hepten çaktırıyoruz.Bende hala biraz varsın diye düşününce kendimi sevesim geliyor ama bu kez de peki ben seni nasıl saklayayım da beni altyazılı konuşanlara karıştırma diye düşünmeden edemiyorum.

22 Ocak 2011 Cumartesi

bak şu rüzgarın ettiğine...

   Kapıyı anahtarla açmak...kendi evinin kendi kapısını kendi anahtarınla açmak...kapının eşiğinde tüm sıkıntıları,stresleri,kalabalığı,gürültüleri,hanımları,beyleri,mevkileri,kıdemleri bırakıp sadece sen olduğun ve huzurlu olduğun eve girmek...bazen öyle günlerimiz olur ki eve gidip o kapıyı açmayı iple çekeriz...gidip o kapıyı açarak huzura koşacağımızı biliriz.tüm o telefon trafiği,koşturma,detaylar,zamanla yarışma bir kenarda kalacak.pijamalar,bir fincan çay,dün akşam güzel bir yerde kalan kitap ve yanıbaşında halini bir bakışından bile anlayan bazen romanlardan fırladığını düşündüğün bir adam...
   bu hafta hergün ani planlarla ertelendi bu huzur toplantım; iş yemekleri,arkadaşlarla buluşma,aile ziyaretleri...akşamları hep dışardaydık,kendi atmosferinde eğlenceliydi herşey ama diyenler doğru demiş.insanın evi gibi yok...eşimle kural olarak belirlemediğimiz ama kendince zamanla kural haline gelen bir uykudan önce sohbetimiz var.eve saat kaçta gelmiş olursak olalım hatta sabaha yakın bir saatte bile gelsek,ya bir fincan çay ya da kahve eşliğinde sohbet ederiz.bu bazen bir fincan çay tükenene dek sürer bazen saatleri deviririz.sanırım hafif bir terapi olarak ruhumuzu dinlendiriyoruz,biraz dertleşiyor,biraz isyanları paylaşıyor,biraz da dedikodu yapıyoruz:)bunun bana ne iyi geldiğini haftayı tüketince farkettim.birtürlü atlatamadığım soğukalgınlığımda son çare antibiyotiklere düşünce,bu halin halsizliği ile yolların yorgunluğu da eklenince eve dönüşlerde bir çay içmelik daha dermanım kalmadı.uykuuuu diye inleyerek yatağıma koştum...